Ayasofya Müzesi Tarihçesi

Tarihçe ;

Birinci Ayasofya

İkinci Ayasofya kalıntıları. Giriş merdiveni, portik kalıntıları ve vaktiyle
cepheyi süsleyen iki mermer blok. Zemininin Üçüncü Ayasofya'nın zemininden daha
aşağı seviyede olduğu görülmektedir.Bizans tarihçilerinden Socrates Scholasticus,
Theophanes, Nikephoros ve Gramerci Leon gibi tarihçilerin Birinci Ayasofya’nın
yapımına ilişkin kayıtlarında farklı açıklamalar bulunmaktadır. Bazılarına
göre kilisenin yapımı 324 ile 337 yılları arasında tahtta olan, İstanbul’u Roma
İmparatorluğu’nun başkenti ilan eden ve Hıristiyanlığı imparatorluğun resmî dini ilan
eden Roma imparatoru Büyük Konstantin (Bizans’ın ilk imparatoru I. Constantinus)
tarafından başlattırılmıştır. Fakat kesin olan, inşanın, 337 ile 361 yılları arasında tahtta
olan oğlu Constantius II tarafından tamamlanmış ve ilk Ayasofya kilisesinin açılışının
15 Şubat 360’ta Constantius II tarafından gerçekleştirilmiş olduğudur.[ Socrates
Scholasticus’un kayıtlarından gümüş kaplı perdelerle süslü ilk Ayasofya’nın Artemis
Tapınağı üzerine inşa edilmiş olduğu öğrenilmektedir.

Adı “Büyük Kilise” anlamına gelen ilk Ayasofya Kilisesi’nin adı Latince’de
Magna Ecclesia ve Yunanca’da Megálē Ekklēsíā (Μεγάλη Ἐκκλησία) idi. Eski bir
tapınak üzerine inşa edildiği belirtilen bu yapıdan günümüze günümüze ulaşan bir
kalıntı bulunmamaktadır.

Bu Birinci Ayasofya, binanın inşaı tamamlanana dek bir katedral niteliğinde
işlev gören Aya İrini Kilisesi’nin vaktiyle yakınında yer alan imparatorluk sarayının
yakınına (bugünkü müze alanının kuzey kısmındaki, yeni tuvaletlere yakın olan,
ziyarete kapalı kısım) inşa edilmişti. Her iki kilise de Bizans İmparatorluğu’nun iki
ana kilisesi olarak faaliyet göstermişlerdir.

Birinci Ayasofya geleneksel Latin mimarisi stilindeki bir sütunlu bazilika
olup, çatısı ahşaptı ve önünde bir atrium yer almaktaydı. Bu ilk Ayasofya bile
olağanüstü bir yapıydı. 20 Haziran 404’te Konstantinopolis patriği Johannes
Chrysostomos'un imparatoriçe Aelia Eudoxia (imparator Arcadius’un eşi) ile
çatışmasından dolayı sürgüne gönderilmesinin ardından çıkan isyanlar sırasında bu ilk
kilise yakılarak büyük ölçüde tahrip olmuştur.

İkinci Ayasofya

Üstteki mermer bloklardan birinin önden ve yakın plandan görünüşü. Bloktaki
kabartmada 12 havariyi temsilen yapılmış 12 kuzudan bazıları ve yaşam ağacı
sembolü görülmektedir.İlk kilisenin isyanlar sırasında yakılıp yıkılmasından sonra,
imparator II. Theodosius bugünkü Ayasofya’nın bulunduğu yere ikinci bir kilisenin
inşa edilmesi emrini vermiş ve İkinci Ayasofya’nın açılışı onun zamanında, 10 Ekim
415’te gerçekleşmiştir. Mimar Rufinos tarafından inşa edilen bu İkinci Ayasofya da
yine bazilika planlı, ahşap çatılı ve beş nefliydi. İkinci Ayasofya'nın 381'de İkinci
Ekümenik Konsil’e (I. İstanbul Konsili) Aya İrini ile birlikte evsahipliği yaptığı
sanılmaktadır. Fakat bu yapı da Nika İsyanı olarak bilinen isyan sırasında, 13-14
Ocak 532’de yakılıp yıkılmıştır.

1935’te binanın batı avlusunda (bugünkü giriş kısmında) Alman
Arkeoloji Enstitüsü’nden A.M. Schneider tarafından yürütülen kazılarda
bu İkinci Ayasofya’ya ait birçok buluntu ele geçirilmiştir. Günümüzde
Ayasofyanın ana girişinin yanında ve bahçede görülebilen bu buluntular,
portik kalıntıları, sütunlar, başlıklar, bazıları kabartmalarla işlenmiş mermer
bloklardır. Bunların vaktiyle binanın cephe kısmını süsleyen üçgen alınlığın
parçaları olduğu saptanmıştır. Binanın cephesini süsleyen bir bloktaki
kuzu kabartmaları 12 havariyi temsilen yapılmıştır. Ayrıca kazılar, İkinci
Ayasofya’nın zemininin Üçüncü Ayasofya’nın zemininden iki metre daha aşağı
bir düzeyde bulunduğunu ortaya koymuştur. İkinci Ayasofya’nın uzunluğu
bilinmemekteyse de genişliğinin 60 m. olduğu sanılmaktadır.(Günümüzde,
Üçüncü Ayasofya’nın ana girişinin yanında yer alan, İkinci Ayasofya’ya ait
cephe merdiveni basamaklarının yaslandığı zemin, kazılar sayesinde görülebilir
durumdadır. Kazılara şimdiki binada çökmelere neden olabileceği nedeniyle
devam edilmemiştir.

Üçüncü Ayasofya

Yapımı ;

Bizans dönemindeki Ayasofya'nın kesitiİkinci Ayasofya’nın 23 Şubat 532’de
yıkımından birkaç gün sonra imparator I. Jüstinyen öncekinden tümüyle farklı, daha
büyük ve kendisinden önce gelen imparatorların yaptırdıkları kiliselerden çok daha
görkemli bir kilise inşa ettirmeye karar verdi. Jüstinyen bu işi yapacak mimarlar
olarak Milet’li fizikçi İsidoros ile Aydın’lı matematikçi Anthemius’u görevlendirdi.
(Anthemius daha inşaın ilk yılında öldüğünden işi İsidoros sürdürmüştür). İnşa,
Bizanslı tarihçi Procopius’un “İnşaat Hakkında” (Peri ktismatōn, Latincesi: De
aedificiis) adlı eserinde betimlenmektedir.

İnşada kullanılacak malzemeleri üretmek yerine, imparatorluk topraklarında
yer alan yapı ve tapınaklardaki yontulmuş hazır malzemelerden yararlanmak yoluna
gidilmiştir. Bu yöntem, Ayasofya’nın inşa süresinin çok kısa olmasını sağlayan
etkenlerden biri olarak kabul edilebilir. Böylece binanın yapımında Efes’teki Artemis
Tapınağı’ndan, Mısır’daki Güneş Tapınağı’ndan (Heliopolis), Lübnan’daki Baalbek
Tapınağı’ndan ve daha birçok tapınaktan getirtilen sütunlar kullanılmıştır.
Bu sütunların altıncı yüzyıl olanaklarıyla nasıl taşınabildiği ilginç bir konu
oluşturmaktadır. Kaplama ve sütunlarda kullanılan renkli taşlardan kırmızı
porfir Mısır, yeşil porfir Yunanistan, beyaz mermer Marmara Adası, sarı taş
Suriye ve kara taş İstanbul kökenlidir. Ayrıca Anadolu’nun çeşitli yörelerinden
gelen taşlar kullanılmıştır. İnşaatte on binden fazla kişinin çalıştığı belirtilir.

Bizans döneminde kent merkezindeki önemli yapıların  konumlarıMimaride yaratıcı bir anlayışı gösteren bu yeni kilise yapılır yapılmaz, derhal mimarinin başyapıtlarından biri olarak kabul edildi. Mimarın böylesine
büyük bir açık mekanı sağlayabilecek devasa bir kubbeyi inşa edebilmede
İskenderiye’li Heron’un teorilerinden yararlanmış olması mümkündür.
23 Aralık 532'de başlanan yapım çalışması 27 Aralık 537'de tamamlandı.
Kilisenin açılışını imparator Jüstinyen ve patrik Eutychius büyük bir törenle
birlikte yaptılar. Ayasofya o zamana kadar en büyük yapı olarak kabul edilen
Süleyman'ın Tapınağı’ndan daha büyük olduğundan İmparator Justinianus
(Jüstinyen) halka yaptığı açılış konuşmasında “Ey Süleyman! Seni yendim”
demiştir. Kilisenin ilk mozayiklerinin yapımı 565 ile 578 yılları arasında tahtta
olan II. Justin döneminde tamamlanabilmiştir. Kubbe pencerelerinden sızan
ışıkların duvarlardaki mozayiklerde oluşturdukları ışık oyunları dahiyane
mimariyle birleşerek izleyicilere büyüleyici bir atmosfer yaratmaktaydı.
Ayasofya İstanbul’a gelen yabancılar üzerinde öylesine büyüleyici, derin bir
etki bırakmıştır ki, Bizans döneminde yaşayanlar Ayasofya’yı "dünyada tek"
("singulariter in mundo") olarak nitelemişlerdir.

Yapım sonrası ;

Silahlar Müzesi'nde (Weapons Museum) sergilenen Ayasofya'nın çanı.
Abdullah kardeşler.Fakat yapılışından kısa bir süre sonra, 553 ve 557 depremlerinde
ana kubbe ile doğu yarım kubbesinde çatlaklar belirdi. 7 Mayıs 558 depreminde ise
ana kubbe tümüyle çöktü ve ilk ambon , ciborium ve sunak da ezilerek yok oldu.
İmparator derhal restorasyon çalışmasını başlattı ve bu çalışmanın başına Milet’li
İsidoros’un yeğeni genç İsidorus’u getirdi. Depremden ders alınarak bu kez yeniden
çökmemesi için kubbenin yapımında hafif malzeme kullanıldı ve kubbe eskisine
kıyasla 6.25 m. daha yükseğe yapıldı. Restorasyon çalışması 562 yılında tamamlandı.
Yüzyıllarca Konstantinopolis Ortodoksluk patriğinin merkezi olan Ayasofya
aynı zamanda Bizans’ın taç giyme törenleri gibi imparatorluk törenlerine evsahipliği
yapmıştır. İmparator VII. Konstantin “Törenler Kitabı” (De caerimoniis aulae
Byzantinae) adlı kitabında Ayasofya’da yapılan imparator ve patrik tarafından
düzenlenen törenleri tüm ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Ayasofya, ayrıca günahkarlar
için de bir sığınma yeri olmuştur.

Ayasofya’nın daha sonra uğradığı tahribatlar arasında 859 yangını, bir
yarımkubbesinin düşmesine neden olan 869 depremi ve ana kubbesinde hasara yol
açan 989 depremi sayılabilir. 989 depreminden sonra imparator II. Basil, kubbeyi
Agine ve Ani’deki büyük kiliseleri inşa eden Ermeni mimar Trdat’a tamir ettirmiştir.
Trdat kubbenin bir kısmını ve batı kemerini onarmış ve kilise 6 yıl süren onarım
çalışmasından sonra 994’te yeniden halka açılmıştır.

Latin istilası dönemi İlginç bir nokta, Ayasofya’nın insan eliyle tahribatı ya
da yağmalanmasının bir başka dinden olanlar tarafından değil de, yine Hıristiyanlar
tarafından gerçekleştirilmiş olmasıdır. Dördüncü Haçlı Seferi sırasında, Venedik
Cumhuriyeti'nin kör hükümdarı Dandolos komutasındaki Haçlılar İstanbul’u ele
geçirip Ayasofya’yı tam anlamıyla yağmalamışlardır. Bu olay Bizanslı tarihçi Niketas
Choniates'in kaleminden ayrıntılı olarak öğrenilmektedir. Ayasofya’dan alınanlar
arasında İsa’nın mezarı, haçı, çeşitli azizlerin kemikleri ve diğer “kutsal emanetler”
ve altın ve gümüşten yapılma değerli eşyaların bulunduğu ve kapılardaki altınların
bile sökülmüş olduğu belirtilmektedir. Latin İstilası (1204–1261) olarak anılan bu
dönemde Ayasofya Roma Katolik Kilisesi’ne ait bir katedrale dönüştürülmüştü.
Son Bizans dönemi Ayasofya 1261’de tekrar Bizanslılar’ın kontrolüne
geçtiğinde harap, virane ve yıkılmaya yüz tutmuş bir durumdaydı. Binanın batısındaki
dört istinat unsuru muhtemelen bu dönemde yapılmıştır. 1317’de imparator II.
Andronikos Palaiologos binanın kuzey ve doğu kısımlarına da istinat unsurları ekletti.
1344 depreminde kubbede yeni çatlaklar belirdi ve 19 Mayıs 1346’da binanın çeşitli
kısımları çöktü. Bu olaydan sonra kilise, 1354’te Astras ve Peralta adlı mimarların
restorasyon çalışmasının başlamasına kadar kapalı kaldı.

Osmanlı-cami dönemi ;

Ayasofya Camii’nin 1880’lerdeki görünümü, Pascal Sebah (1823-1886)
İstanbul’un 1453’te Osmanlı Türkleri tarafından fethinden sonra, fethin sembolü
olarak, derhal Ayasofya Kilisesi camiye dönüştürülmüştür. O sıralarda Ayasofya
harap bir haldeydi. Bu durumu Kordoba soylusu Pero Tafur ve Florentine Cristoforo
Buondelmonti gibi Batılı ziyaretçilerce betimlenmektedir. Ayasofya’ya özel bir
önem veren Fatih Sultan Mehmet kilisenin derhal temizlenip camiye çevrilmesini
emretti, fakat adını değiştirmedi. İlk minaresi onun döneminde inşa edilmiştir.
Osmanlılar bu tür yapılarda taş kullanmayı tercih etmekle birlikte minarenin hızla
inşa edilebilmesi amacıyla bu minare tuğladan yapılmıştır. Minarelerden biri de sultan
Bayezid II tarafından eklenmiştir. 16. yüzyıldaKanuni Sultan Süleyman fethettiği
Macaristan’daki bir kiliseden Ayasofya’ya iki dev kandil getirtmiştir ki, günümüzde
bu kandiller mihrabın iki yanında yer alırlar.

II. Selim döneminde (1566–1577) yorgunluk ya da dayanıksızlık belirtileri
gösterdiğinde, bina, dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan Osmanlı
baş mimarı Mimar Sinan tarafından eklenen dış istinat yapılarıyla (payanda) takviye
edilerek, son derece sağlamlaştırılmıştır. Günümüzde binanın dört tarafındaki toplam
24 payandanın bir kısmı Osmanlı dönemine, bir kısmı Bizans dönemine aittir. Bu
istinat yapılarıyla birlikte, Sinan ayrıca, kubbeyi taşıyan payeler ile yan duvarlar
arasındaki boşlukları kemerler ile besleyerek kubbeyi iyice sağlamlaştırmış ve binaya
iki geniş minare (batı kısmına), hünkar mahfili ve II. Selim’in türbesini (güneydoğu
kısmına) eklemiştir (1577). III. Murat’ın ve III. Mehmed’in türbeleri ise 1600’lerde
eklenmiştir.

Ayasofya, 1910-1915Ayasofya binasının içine Osmanlı döneminde eklenen
diğer yapılar arasında mermerden minber, hünkar mahfiline açılan galeri, müezzin
mahfili (mevlit balkonu), vaaz kürsüsü ve sayılabilir. III. Murad Bergama’da
bulunmuş, helenistik dönemden kalma (M.Ö. IV. yüzyıl), "bektaşi taşı"ndan (İng.
alabaster ) yapılma iki küpü Ayasofya'nın ana nefine (ana salon) yerleştirmiştir. I.
Mahmud 1739’da binanın restore edilmesini emretti ve bir kütüphane ile binanın
yanına (bahçesine) bir medrese, bir imarethane ve bir şadırvan ekletti. Böylece
Ayasofya binası, civarındaki yapılarla birlikte bir külliyeye dönüştü. Bu dönemde
ayrıca yani bir sultan galerisi ve yeni bir mihrap yapıldı.

Ayasofya’nın Osmanlı dönemindeki en ünlü restorasyonlarından biri sultan
Abdülmecit’in emriyle İsviçre İtalyanı olan Gaspare Fossati ve kardeşi Giuseppe
Fossati’nin nezaretinde 1847 ile 1849 yılları arasında yapılmıştır. Fossati kardeşler,
kubbe, tonoz ve sütunları sağlamlaştırdı ve binanın iç ve dış dekorasyonunu
yeniden elden geçirdi. Üst kattaki galeri mozayiklerinin bir kısmı temizlendi, çok
tahrip olanları ise sıvayla kaplandı ve altta kalan mozayik motifleri bu sıva üzerine
resmedildi. Işıklandırma sistemini sağlayan yağ lambası avizeleri yenilendi. Kazasker
İzzed Efendi'nin (1801–1877) eseri olan, önemli isimlerin hat sanatıyla yazılı olduğu
yuvarlak dev tablolar yenilenip sütunlara asıldı. Ayasofya’nın dışına yeni bir medrese
ve muvakkithane inşa edildi. Minareler aynı boya getirildi. Bu restorasyon çalışması
bittiğinde Ayasofya Camii 13 Temmuz 1849’da görkemli bir törenle yeniden halka
açıldı. Ayasofya külliyesinin Osmanlı dönemindeki diğer yapıları arasında sıbyan
mektebi, şehzadeler türbesi, sebil, sultan Mustafa ve sultan İbrahim türbesi (önceden
vaftizhane ) ve hazine dairesi sayılabilir.

Müze dönemi ;

1930 ile 1935 yılları arasında restorasyon çalışmaları nedeniyle halka
kapatılan Ayasofya’da Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle bir dizi çalışmalar yapıldı.
Bu çalışmalar arasında çeşitli restorasyonlar, kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi
ve mozayiklerin ortaya çıkarılıp temizlenmesi sayılabilir. Ayasofya Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine, Bakanlar
Kurulu’nun 24 Kasım 1934 tarih ve 7/1589 sayılı kararıyla müzeye çevrilmiştir. 1
Şubat 1935’te ziyarete açılan müzeyi Atatürk 6 şubat 1935 tarihinde ziyaret etmiştir.
Yüzyıllar sonra mermer zemindeki halıların kaldırılmasıyla zemin döşemesi ve insan
figürlü mozayikleri örten sıvanın kaldırılmasıyla da muhteşem mozayikler tekrar gün
ışığına çıkarılmıştır.

Ayasofya’nın sistemli olarak incelenmesi, restorasyonu ve temizlenmesi
ABD’ndeki Bizans Enstitüsü (the Byzantine Institute of America) adlı kurumun
1931'deki ve Dumbarton Oaks Alan Komitesi’nin 1940’lı yıllardaki girişimiyle
sağlanmıştır. Bu kapsamda yapılan arkeolojik çalışmalar K. J. Conant, W. Emerson,
R. L. Van Nice, P.A. Underwood, T. Whittemore, E. Hawkins, R. J. Mainstone and C.
Mango tarafından sürdürülmüş ve Ayasofya’nın tarihine, yapısını ve dekorasyonuna
ilişkin başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Ayasofya’da çalışmalarda bulunmuş diğer
isimlerden bazıları A. M. Schneider, F. Dirimtekin ve Prof. A. Çakmak’tır. Bizans
Enstitüsü ekibi mozayik arama ve temizleme işleriyle uğraşırken, R. Van Nice
yönetimindeki bir ekip de, binanın, taş taş ölçülerek rölövelerini çıkarma çalışmasına
girişmiştir. Çalışmalar halen çeşitli uluslardan bilim insanlarınca sürdürülmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder